Sesli Kitap Açıklaması
Sesli Kitap, Yine sabah olmuştu. Güneş, bütün dünyanın üzerinde doğmuş sanki bir onun üzerine doğmamıştı. Yatağından istemsizce doğruldu başucunda duran komedine kaydı gözü. Üzerinde duran çalar saat sabahın 07.00’sini gösteriyordu. Birkaç dakika yatağında amaçsızca oturdu. Yaşıyordum ama hayattan hiçbir beklentisi ve isteği olmadan. Oturduğu yerden zoraki doğruluk banyoya yöneldi. Okula gitmek için hazırlanması gerekiyordu. Saçlar topladı, dişlerimi fırçaladı. Okul üniformasını giydi. Çantasını alıp üst kattaki odasından alt kattaki mutfağa indi. Çaydanlık ocakta alçak bir sesle fokurduyordu. Tezgâhta peynir, domates, kızarmış ekmek ve annesinin bahçedeki ağacın kayısılarından yaptığı bir kâse reçel vardır. Her sabah olduğu gibi annesi kahvaltıyı hazırlamış ve balkonu bahçeye açılan kapısından yan komşu Aliye teyzeye gitmişti. Aliye teyze kimsesi olmayan 70 kusur yaşında gözleri az gören, oturduğun yerden zor kalkan birazda hasta. Ama oldukça sevecen yan komşularıydı.
Annesi sabahları ona da kahvaltı götürür, pişirdiği yemeklerden kompostolardan tatlılardan ikram eder. Hatta bazen mutfaktaki ufak demlikle çay demler götürürdü. Banyosunu yaptırır, saçlarını tarar, tırnaklarını bile keserdi. İşin garibi annesi bunları yaparken hiç gocunmaz aksine bunları yaptıkça yaşam enerjisi dolardı. Annesi iyi bir kadındı. Yıllarca ev işleri için kocası çocukları için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştı. Ve hala da çalışıyordu. Kızarmış ekmeğinden birkaç ısırık almıştı ki annesinin balkon kapısından giren ayaklarının sesi ile düşüncelerinin bir anda dağıldı. Her zamanki gibi neşeliydi.
– Günaydın kızım abin kalkmadı mı?
– Günaydın anne. Bilmiyorum. Git kendin bak.
– Hayırdır Ayça? Her sabah olduğu gibi bugün de mi tersinden kalktın yavrum?
– Her sabah bana bu soruyu sormaktan vazgeç Anne. Seninle bir sabah güler yüzle kalksan da ağız tadıyla bir kahvaltı yapsak.
Tartışma mutfağa giren abisi ile sona ermişti. Abisi hafif yapılı yakışıklı denebilecek 18 yaşında bir gençti. Ayça’dan 2 yaş büyüktü. Hayata kız kardeşinden daha pozitif bakan bir kişilikti. Kadir Gecesi’nde doğduğu için oda Kadir ismini vermişlerdi. Bazı geceler, anneleri Mihriban hanım, mutfakta ışığı açmadan pencerenin önünde oturur, üzerine düşen ayın ışığında elinde bir fincan sıcak bitki çayı ile sessiz sessiz ağlardı. Bu gözyaşları, kimi zaman eşiyle olan problemleri kimi zaman çocuklarına kimi zaman kendi haline akardı. Bir kızı olmasını her zaman çok istemişti.
İlk çocuğunun erkek olduğunu öğrenince üzülmüştü bile. Çünkü yalnızca kızı ona can yoldaş olacakmış gibi düşünürdü hep. O mutfak sandalyesine her oturduğunda bir sandalyede kızının çekip annesinin gözyaşlarını silip ‘Aman anne üzüldüğün şeylere bak. Ben varım, ben!’ Demesini çok isterdi. Ama ne zaman mutfakta tek başına otursa karşısında oğlunu görürdü. ‘Üzülme ben varım’. Diyen oğlunu. Mihriban hanım, kızının ağır bir ergenlik geçirdiğinin farkındaydı. Elinden geldiğince sabrediyor. İnanıyordu ki kızı bunu atlatacak ve annesinin istediği o olgunluğa erişecekti. Ancak Mihriban hanımın korkusu Ayça’nın bu ergenlik buhranıyla ailesi ile olan bağını koparması, zararlı arkadaşlar edinmesi yanlış yollarda helak olmasıydı.
Sezgi Karaca – Tek Sorunlu Ben Miyim ?
Yazan: Sezgi Karaca
Seslendiren: Sezgi Karaca
Sezgi Karaca – YouTube Kanalı
Abi kardeş kahvaltılarını bitirip ayakkabılarını giymeye koyuldular. Kadir, hazırlığını tamamlayıp annesinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. “Akşama güzel yemekler yap anne ha!” deyip, evden çıktı. Ayça ayakkabısını sessizce giyip, annesinin yüzüne bile bakmadan evden çıktı. Abisinin peşi sıra okula gitmek için yola koyuldu. Ev ile okulu arası 20 dakikaydı. Okul yolu yine kalabalıktı. Ancak soldan, ormanın içine doğru uzayan o karanlık yol, yine ürkütücü ve tenhaydı. Okula ulaştıklarında ders zili çoktan çalmıştı. Ayça’nın o gün önemli bir matematik sınavı vardı. Yarım yamalak çalışmıştı. Ama yine de düşük not alacağını biliyordu. Zaten hangi dersi iyiydi ki? Sırasına oturup pencereden dışarıyı izlemeye koyuldu. Doğru dürüst bir arkadaş çevresi de yoktu.
Sınıftaki herkes ona göre fazla neşeliydi. Ayça da diğerlerine göre fazla karamsar ve somurtkan. Sanki bütün dünyanın onunla bir derdi vardı. Herkes dört dörtlük çok iyi, yalnızca Ayça en kötü ve sorunluydu. Bu düşüncelerin içinde kaybolmuşken birden gözü ürkütücü orman yoluna kaydı. Bir anda ormanda kaybolmak istediğini düşündü. Kimse onun suratını görmezse herkes daha mutlu olurdu sanki. Kaybolsa kimse onun yok olduğunu bile fark etmez, hatta dünyadan bir sorunu eksildi diye bayram bile ederlerdi.
– Günaydın Çocuklar!
Diyerek içeri giren öğretmenin sesi ile karamsar düşünceleri bir toz bulutu gibi dağılıp gitti. Öğretmen sınav kâğıtlarını dağıtmaya başladı. Kâğıt dağıtma işlemi bitince, başarılar dileyip sınav süresini başlattı. Ayça birkaç soru cevaplayıp, kâğıdı teslim etti. Öğretmen, kâğıda şöyle bir göz attı. Ayça’nın durumu hiç parlak değildi. Bu kız nasıl toparlanacaktı? Eğer acilen bir şeyler yapılmazsa, gencecik bir fidan ellerinden kayıp gidecekti. Sınavdan ilk çıkan Ayça’ydı. Okul koridorları boştur. Bütün öğrenciler, sınıflarındaydı. Ayça, kötü geçen sınavını düşündü. Akşam babası sorduğunda ne diyecekti? Annesi üzerine gelecek, abisi dalga geçecek, öğretmeni küçük görecekti. Sanki dünyanın en büyük sorunu ile boğuşuyormuş gibi hissetti kendini. Bir anda koşmaya başladı. Koştu koştu yanaklarından akan sıcak tuzlu yaşların ardı arkası kesilmiyordu. Durdu, yorulmuştu. Etrafına bakındı. Kendini ormana doğru giden o tenha yolun önünde buldu.
Orman yolu için hiç iyi şeyler duymamıştı. Komşuları, öğretmenleri hatta yerinden kalkamayan yaşlı Aliye teyzesi bile bu ormanın ne kadar tehlikeli olduğunu çok iyi biliyordu. Potansiyel suçluların çoğu genelde illegal işleri için bu kervan geçmez, kuş uçmaz ormanlık alanı tercih ederlerdi. Aniden bir deli cesareti geldi üzerine. Ve ormana dalıverdi. Korkuyla ilerledi dar, ağaçlık yoldan. Caddeye çıkan o aydınlık yol arkasında kalmıştı. Ayça, ilerlemeye devam ettikçe o aydınlık yol giderek küçüldü. Ve artık görünmez oldu. Derken iri taşlı mağara benzeri bir yer buldu. Bulduğu yer aslında bedenini sığdırabilecek kadar bir oyuktu. Hemen oracığa sığını verdi. Ağlamaktan ve koşmaktan en çok da korkmaktan bitki düşmüştü. Aslında onu yoran ağlaması ya da koşması değildi. Yüreğinde, ruhumda ve beyninde biriktirdiği karamsar düşüncelerdi. Gencecik bedenini tanımlayamadığı bu ruh hali, tahtakurusu gibi onu içten çürütmeye başlamıştı.
Bizleri Facebook, Instagram ve Twitter hesaplarımız üzerinden takip edebilirsiniz. Diğer içeriklerimize de göz atmayı unutmayın!